Tatlı dile, güler yüze
Doyulur mu, doyulur mu?
Aşkınan bakışan göze
Doyulur mu, doyulur mu?
Ah, doyulur mu, doyulur mu?
Canana kıyılır mı?
Cananına kıyanlar
Hakk'ın kulu sayılır mı?
Merhaba sevgili okurlarım. Bugün eskileri yâd edeceksek şuraya Neşet Ertaş’ın sesiyle bir türkü bırakmadan olmaz dedim. Sizler onu mırıldanadurun, bende sözlerime başlayayım.
Şöyle Eski Türk edebiyatından Halk Edebiyatına doğru yolculuğa çıktığım şu saatlerde, sizleri yâdıma düşmüş mis gibi leblebi kokan Tavşanlı sokaklarından selamlıyorum. Kesik çayırların değil de koca koca binaların tepelerinden bakan insanlık; bahçe duvarlarından aşamaz oldu. E bahçe duvarından aşamayınca da sarmaşık güllere dolanamayışımız bizi birer buğulu ve huzursuzluk kokan zamanlara taşıdı. Seher vakti yârin kapısını çalamayanlarla, mesaj atmaya bile mecali kalmayan gençliğe, bağlamaların telleriyle bir dokunmak lazım doğrusu. Gönül dağı yağmur yağmur boran olurken bizim aklımız bir karış havada. Bana göre küflenmiş, paslanmış olan mazi değil atimiz. Kalpten kalbe bir yol var da biz mi görmedik. Bu kendinden kopuşunun sebebi nedir insanlığın? Bir türküyle ya da eski bir dosta rastlanıldığı vakit alevlenen geçmişin fotoğrafı çekildiğinde, ne kadar hasretlik çektiğimiz de gözler önüne serilmiyor mu? Eskiye hasretlik, eskide olan, eskide kalan her şeye hasretlik. Kulağımıza bir bağlama sesi geldiğinde yüzümüzde oluşan o gülümsemeye kaç sayfalık kelam yazılır hâlbuki. Nerelisin? Sorusunun cevapları köylerden kentlere doğru genişlemeye başlayınca “Orda bir köy var uzakta” şarkısının da bir önemi kalmıyor artık. Özümüz, nerden geldiğimiz, kim olduğumuz, nerede yaşadığımız? Soruları beni taa pınar başlarına kadar götürdü. Bize anlatılanların günümüze uyarlanış biçiminin değişmesi üzerine, burnumuzda tüten Anadolu bozkırları, kalabalık bir içtenlikte bize gülümseyen balkon teyzeleri, hafta sonları öz topraklara yapılan yolculuklar ve yâdıma düşmeyen biz dizi mazi kırıntısı, hayatımızın unutulmaya yüz tuttuğu yerlerde serpişmekte. Eve gelip daldığım duvarlardan, satırlarımın geri kalanını döktüğümde yanı başımda çalan Neşet baba türküsünün de yardımı çok oldu. Merhumu da pek severim doğrusu. Şu elektrikler gittiği zaman yakılan gaz lambalarının gölgesinden yaptığımız çeşitli hayvanlar, kalabalık sofraların etrafında dostlarla yapılan sohbetler, mahallenin kaldırım taşlarına tebeşirle çizdiğimiz seksekler, saatin “Akşam ezanı okununca eve gel!” olduğu çocukluğumun yıllarında aklıma şair Erdem Beyazıt’ın “Telgrafın tellerini kurşunlamalı”diye başlayan şiirinden şu mısralar geliverdi:
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Kiminin toprak ile koştuğu, kiminin emek ile koştuğu ama hep ekmek için koştuğu yurdum insanının bugün ki vaziyeti beni hüzünlendirmiyor değil. Sende ne çok şeye üzülüyorsun yahu! diyeceksiniz ama gel de üzülme.
Bir hatıra ver bana zülfün telinden yârim
Diyen Neşet babayı, Neşe Karaböcekler’i, Bedia Akartürkler’i yurdumun mis gibi kokan ekmek, gözleme, bazlama zamanlarından, samimiyetin menfaat için olmadığı ayağıma toz toprak karışan, anlatıldığı vakit gözlerimi parlatan o “ESKİLER” şimdi yaralı bir ceylan gibi global bir avcının elinde günden güne yok oluyor. Zaman ve yaşayış tarzımıza verdiğimiz yön, geride bıraktıklarımıza haksızlıkmış gibi geliyor. Her türkünün bir hikâyesinin olduğu güzelim halk ezgilerimizin yerini boş ve anlamsız lakırdıların aldığı şu günlerde;
Gayrı dayanamam ben bu hasrete
Ya beni de götür ya sende gitme
Dediğimiz maziye,
Bir selam gönder bari
Bayramdan bayrama
Diyerek sözlerimizi tamamlayalım. Çeşme başlarında tutuşan sevdalıkların, hasretle gönderilen mektupların, yayık ayranının, dere kenarında yakılan ağıtların, kavuşmanın, kavuşamamanın, CANIM ANADOLU’mun ocağı sönmesin.
Canım benim Anadolu
Geçeyim mi senden gayrı?
Ey bir küçük ekran arkasına saklanan insanlık! Kendine gelmenin vakti gelmedi mi?
Yorum yazarak Kütahya'nın Sesi Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kütahya'nın Sesi Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kütahya'nın Sesi Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kütahya'nın Sesi Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Kütahya'nın Sesi Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Kütahya'nın Sesi Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Kütahya'nın Sesi Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Kütahya'nın Sesi Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.