FIRTINA, ÖFKE VE KORKU

Gece. Saat 01:00.
Işıkveren caddesi.
Fırtına var.
Ağaçların dalları yollarda, sağa sola savrulmuş. Mülayim camiinin minaresi salınıyor. Yağmur, rüzgarın etkisiyle savruk yağıyor. Sokak ışıkları, azalıp çoğalıyor. Elektrik telleri, garip bir uğultuyla deli gibi birbirine çarpıyor, ara sıra bir kıvılcım, termik evlerin olduğu yere doğru düşüyor. Cadde, tamamen sular altında kalmış. Kapkara bir çamur akıyor. Mülayim tepenin alt kısmındaki kalorifer binasından kül kütleleri akıyor ve sokak, kara sel altında (P.İ.S. kurum). Gökyüzü şenlikli, şimşekler okul kayıtları öncesi fotoğrafhaneleri gibi yoğun çalışıyorlar. Sokaktan geçenler var ama on dakika ancak bir kişi. Eski PTT binası önünden caddeye, paltolu bir adam giriyor. Tam bu sırada elektrikler kesiliyor. Zindan. Zindancı çakmağıyla oynuyor, bozuk olmalı. Belki birazdan mahkumların birinden ateş isteyecek. Mahkumlar küfrede küfrede ateş verecekler.
Karanlıkta kalan adam, bir yandan fırtına korkusu bir yandan sırıl sıklam ıslanma bezginliği ile caddede aniden duruyor. Karanlıktan korkuyor. "Lanet olsun!" diyor. Amerikan filmi jönü kılıklı adam, korkudan sadece, "Lanet olsun!" diye fısıldıyor. O da ne, hemen sağ yanında aydınlık beliriveriyor. Merkezin, tel örgü ve kalın duvarlar içinde bulunan korunaklı kampının ışıkları parlıyor. (Kamp, şehir içinde, tel örgü, dağ başı? Düşünme! Öykü dışında kal! Emrin olur!") Yıldırımlar, uzaklarda parlıyor, her zaman değil tabi. Yüz metre ötede akasya ağaçlarından birine yıldırım düşüyor. Ağaç, elektrik telleriyle birlikte yola düşüyor. Adam korkudan donakalıyor. Fırtına, azıyor. Filinta gibi adam, korkudan yerinden kımıldayamıyor. Gerçi merkezin ışıkları yanıyor ama Işıkveren caddesine faydası yok. "Allah'ım ya tellerde elektrik varsa, yoldan nasıl geçeceğim?" diye düşünüyor adam. Faydası yok yavaş ve ıslak yürüyor. Yağmur göz kapaklarını delecek, önünü görmemeye başladı.
Işıkları görüyor ama. Merkezin ışıklarından başka ışık yok şehirde, bir de hastaneler var tabi. Hastaneleri nereden görecek bulunduğu mevkiden. Hem hastaneyi düşünmenin şom ağızlılık olacağını biliyor. Adam ellerini cebinden çıkarıp adımlarını sürüyerek atıyor. Karanlık koyu, şimşek aydınlık, fırtına kavi, yer çamur, gök delik. Adam k-o-r-k-a-k.
Caddenin karşısından bir araç geliyor. Adam, ışıkları görünce içi ısınıyor. "Araba geçince görürüm, belki geçecek bir yer vardır." Araç bir an duraklıyor, uzunları yakıyor, kısaları deniyor sonunda sağa kırıp çevre yoluna dönüyor. Ortalık şimdi daha karanlık. Aracın farları adamı sanki kör etmiş. Sunturlu (yakası açılmadık belki) bir küfür sallıyor adam. Duruyor.
"Her yer karanlık. Pürnur o mevki." Adam fısıldıyor, "Lanet olsun, şimdi bu şarkı da nereden çıktı?" Merkezden geliyor. Biri balkonda olmalı. Göremiyor. Şarkı devam ediyor. "Her yer karanlık. Pürnur o mevki." Sokağın ortasında korkudan ne yapacağını şaşırmış adam, bir mezar hayal ediyor, karanlıkta parlayan bir mezar, "Lanet olsun, bu şarkının sırası mı şimdi?"
Karanlık koyu, şimşek aydınlık, fırtına kavi, yer çamur, gök delik. Adam k-o-r-k-a-k. Adam şimdi öfkeli. Işıklı merkezin, balkonlu evlerinin birinden yükselen şarkı devam ediyor, "Her yer karanlık. Pürnur o mevki." Adam ıslak, karanlığa doğru bağırıyor, delirmiş olmalı, yok yok adam korkak, "Senin keyfin yerinde değil mi, karga sesli, baykuş ötüşlü, borazan kılıklı, trampet göbekli, Zeki Müren mukallidi, mikrofonsuz kantocu bozuntusu!"

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Mustafa Uysal - Mesaj Gönder



Anket Simav Naşa Beldesinde AK Parti Belediye Başkan adayı kim olmalı?
Tüm anketler