AYNA

Sakalsız bir ihtiyarın yüzü aynaya yansıyınca, buğusu dağılıyor aynanın. Aynadan, bakanın gözlerine yansıyan görüntü daha başka bir hal alıyor ilkin ve sonra siliniyor. Ayna kirli bir cam parçasından başka bir şey değil. 'Değil'in anlatacağı gerçek ancak bu kadarla kalıyor ayna için. Başka bir şey için olsa belki bu kadar karanlık kalmazdı. Mesela kurbağa için: “Kurbağa şişince bir öküz değildir.” Doğrudur, başka söze hacet kalmadı. Ayna ki, yılların kirini biriktirmiş bir şişe. Kimi nesneler böyledir, olur şeyler biriktirirler de ayna, olmaz denenleri de biriktirir. Kirli bir yüzün bütün kirleri onda saklı kalır, erbabı olmayan göremez, bilemez. Ayna arkasındaki sır kadar karanlıklarla doludur. Yine ayna ki, icadından önce aynalar çoktu.
* * *
İkinci katın merdiven başında duran aynaya baktı kadın. Sadece burnunu gördü, sonra kaşlarını. Gözlerinin kenarlarını elleriyle yokladı. Aynaya yalancı demenin bir başka çeşidiydi yaptığı. Eliyle büyük bir özen göstererek ve aynanın gösterdiği yerleri seçerek yapıyordu işini. Aynaya bir kez daha baktı, ellerini gördü bu kez. Ellerine aynanın boşluğunda bakmak gelmedi içinden onları ayna olmaksızın da görebilirdi zaten. Olur olmaz yerde, durup durup ellerini hafiften yukarı kaldırıp incelemek olmazdı. Aynanın karşısında madem ki vakit geçirmesi mutat şeylerdendi o zaman ellerini de burada, aynanın karşısında incelemesi iyiydi. Yavaşça ellerini göz kenarlarından çekerek dua eder gibi tuttu. Avuç içlerine baktı, sustu. Ellerini yine aynı yavaşlıkta ters çevirip ileriye doğru sürdü, gözünün daha iyi seçtiği alana. Belki bu başkasının alanıydı. Tırnak kontrollerinde orası tam olarak başkasının alanıydı. Şimdi başka, kendisinin gözlerinden ve başkasının gözlerinden ne uzak ne yakın. Kahverengiye çalan gözlerinden geçeni aynaya rağmen göremezdi, ellerine bakıyordu o sırada. Ayna görüyordu. Onun gözlerinden geçeni ayna görüyor ve hapsediyordu. Kadının göz bebekleri önce küçüldü sonra büyüdü, net görüntüden sonra flu bir görüntüyü denedi. Gözlerinden yine aynı şey geçti. Yine sustu.
Merdivenleri yavaşça indi. Dış kapının tokmağını aynı nezaketle çekti. Ayakkabılarının sesini duyabilecek kulakları lanetler gibi ritimlerle yürümeye başladı, sokak aşağı doğru kıvrıldı ama o kıvrımları takip etmeden bir kapının önünde durup zile bastı. Zile uzanınca yine ellerini gördü. Kadın artık görmekle beslenen bazı duyguları aşmış bir edayla bakıyordu ellerine. Sanki aklımda der gibi. Zile uzanan el, uzayan zilin nağmelerini işittirecek ne bir kulağa tesadüf ediyor ne de merhametle dokunduğu butondan çekilmeyi akıl edebiliyordu.
Sağından uzayıp giden yol boyunca merdiven başında aynanın karşısında durdu. Ayna, yol boyunca onun önünde asılı olduğu halde garip bir alışkanlığın tesiriyle sendelemeden ve hiç bir yere çarpma korkusu olmadan rahatça yürüdü. Kadın, gitmesi gereken yere giderken takındığı alışkanlığını muazzam bir kolye yahut süs gibi daima en önde tutardı. Göze en önce o batardı ve insanlar onu saplandığı yerden çıkarana kadar başka bir alışkanlığın tesiriyle hiç bir şeyi fark etmez alelade şeylerle konuşmaya başlar yine öyle bitirirlerdi karşılaşmalarını. Yalnız kaldıklarında ancak belirgin izler bulup çıkarırlardı muhataplarına dair, unutulurdu sonrada. Kadının unutmadığı ise elleri. Hafiften çiseleyen yağmurun yumuşattığı elleri, bir kez daha aynada duruyordu. Ayna tam karşısında, ikinci kat merdiven başında, elleri bir şefkatin içinde. Yumulmuş, durulaşmış hangi merhemle yahut kremle böyle yumuşatmak mümkün bu elleri? Ellerini ıslatan yağmurun ılık damlaları, görevini yapmış olmanın bilinciyle onları biraz üşütüyor ve kadın ellerini cebine koyuyordu belli belirsiz. Ne üşüdüğünü itiraf ediş, ne de can sıkıntısı böyle güzel davranmayı gerektirmezdi. Kadın nasıl yapması gerektiği öğretilmiş gibi davrandı ellerini paltosunun cebine koyarken. Zarif parmaklarının nemli hali sıcak yuva psikolojisi tahsil ediyordu kadının ceplerinde. Daha bir yumuşadı, daha bir şefkate büründü.
Daha sonraki günlerde de bu böyle devam etti. Kadın, ellerini düşündü, elleri kadını hayal etti. Kadın öyle sandı belki de. İkinci kat merdiven başında bulunan aynanın önünde duran yıllar yılı kendisiydi. Elleri hep aklında fakat yüzü hep yüzündeydi. Yüzünü aynada ellerini her yerde seyrediyordu. Rüyalarında bile. Kadının merak ettiği şeyleri ayna söyler, aynanın merak ettiklerini kadın asla söylemezdi. Kadın ikinci kata yaklaşırken susar ve bir daha da aynanın karşısından ayrılana dek konuşmazdı. Aynaya karşı bir saygı, iç titremesi hali onda belirgin bir hal almıştı. İki katlı evin o bölümü sanki ibadethane idi ve orada ibadetten başka hiç bir şey yapılamazdı. Sessizce aynaya dönüyor, sakince halini arz ediyor, sonra şifasını yahut esenliğini diliyordu. Aynadan değil belki ama mutlaka aynayı vasıta kılarak. Aynada gördüğü, aynaya arz ettiği hali dışında şeylerle karşılık bulmasını anlamlandırmaya çalışırken elleri takılırdı görüntüye ve meseleyi unuturdu. Yaşlanıyor muyum diye sorardı aynaya, sonra sararıyor muyum, misafirim gelecek nasıl görünüyorum, halimi hiç beğenmedim nasılım, gözlerimin önündeki kırışıklıklar ne öyle, saçlarım arasında rengi değişen? Ayna ne zaman cevap vermeye hazırlansa araya bir sır giriyor ayna susuyor, kadın hissetmeye başlıyordu. Elleri, elleri kadına aynadan daha fazla şeyler söylemek ister gibi çırpınıyor fakat netice alamıyordu. Henüz ortada ne bir dil birliği, ne de bunu isteyebilecek idrak bütünlüğü vardı. Kadın aynanın başından her zamanki gibi yine meyus, ibadetsiz bir kul gibi ayrılıyor, bir kaç basamak sonra sessizliğini bozuyordu. “Yemek hazır!”.
* * *
Kadın bir gün aynanın karşısında sessizliğini bozdu ve sordu: “Hala bana bakmayacak mısın?” Ayna gözlerini çevirip baktı ama kadın bunu görmedi. Görecek elleri yoktu kadının, ellerini sakladı aynadan. Aynanın gösterdiklerini elleriyle teyit etmişti yıllarca bu gün sadece ellerini sakladı ve bir fark bekledi. Bulamadı, ayna hiç bir farkı gözetmeden sadece bakıyordu. Aynanın karşısında geçirdiği gençlik yılları aklına geldi, birden. Ayna, bu günü de gençliğiyle beraber saklıyor muydu acaba? Ellerini sakladığı yerden çıkardı, aynaya uzattı gözlerini yumdu. Ellerinin önünde kıvrılıp oval hale gelen halkalar oluştu. Sonra civadan bir girdap o elleri alıp sıra götürdü. Karanlıktan başka hiç bir şeyin bulunmadığını zannettiği bu yerde başka bir şey daha vardı. İnsanın gözleri körse elleri değildi. Dokunabileceğini sezdikten sonra aydınlandı ortam. Aynanın ardında bir yerde ışık vardı elleri için. Dokunduğu şeyleri gördü parmaklarının ucunda. Bir yüze dokundu taze, gergin, ağlamaklı bir yüz.
Ağlayan bir kadın yüzünün kendi aynasında ne işi olduğunu herhalde sadece kadın bilirdi. Aynanın karşısına geçip ağladığı bir gün mü vardı? Yoksa sırın içinde karanlıkta ağlayan durmaksızın ağlayan birini mi hayal etmişti hep? Ağlayan yüzün ayrıntılarına dokundu bir bir, kendi yüzüne ne kadar benziyordu.
İkinci kat merdiven başında gözleri kapalı ellerini aynaya uzatmış bir kadın, uzak hatıralarını mı arıyor yoksa başka bir hayalin peşinde mi bunu o gözlerini açmadan anlayamadı uzaktan bakanlar. Alt kattan bir ses, “Babaanne yemek hazır” dedi. Gözlerini açtı, “Ağlama, çocuk” dedi, aşağı doğru sendeleyerek indi.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Mustafa Uysal - Mesaj Gönder



Anket Simav Naşa Beldesinde AK Parti Belediye Başkan adayı kim olmalı?
Tüm anketler